Originel- Aralık 2015

Bu ay Originel’de “Modanın Hız Sorunsalı”‘na yer verdim. Yazmaktan en çok hoşlandığım makalelerimden biri bu oldu. Baş döndürücü çılgınlıkta bir hızla ilerleyen bu sektörün iç dinamiklerini ve aşırı hızın edüstriye getirdiği tahribatı kendi penceremden anlattım. Çünkü moda her zaman toz pembe değil. Bazı kısımları oldukça sancılı…
Makaleden Ufak Bir Alıntı:
“…………..
Geçtiğimiz ay Dior’da harikalar yaratan ve tüm dünyaca alkışlanan kreatif direktör Raf Simons’ın markadan ani ayrılışına hep birlikte şahit olduk. Simons yaptığı ayrılık konuşmasında kendi markasına ve hayatta diğer yapmak istediği şeylere vakit ayırabilmek için bu yönde bir karar aldığından bahsetti. Bu denli başarılı bir tasarımcının aldığı ayrılık kararı bence moda endüstrisinin ulaştığı anormal hız seviyesini sorgulamak için yepyeni bir zemin hazırladı. Raf Simons’ın hemen ardından ise Lanvin’in efsanevi kreatif direktörü Alber Elbaz görevinden istifa etti. Simons’dan boşalan pozisyona Elbaz’ın gelip gelmeyeceği konuşuladursun, bu durum realitenin görünmesine engel değil. Zira Elbaz 2013 senesinde yaptığı bir açıklama sırasında eskiden şovlarına ilham bulmak amacıyla galerilerde sergiler gezdiğini, keşif seyahatlerine çıktığını ama şu anki iş düzeninde bunların hiç birine vakit ayıramadığını belirtmişti.
…………………..
Çok değil birkaç yıl öncesine kadar senede 2 (ilkbahar/yaz ve sonbahar/kış) koleksiyon tasarlayan moda evleri şimdi eklenen pre-fall ve resort koleksiyonları, yapılan ready-to-wear ile haute couture ayrımı dolayısıyla senede 6 koleksiyon lanse etmeye başladı. Eğer söz konusu moda evi hem bayan hem erkekler için koleksiyon üretiyorsa bu rakamı daha da yükseltin tabi. Bir de üzerine moda haftalarındaki defileler için verilen emeği koyun… Tümünün ağırlığını da kreatif direktörlerin omuzlarına yükleyin. Sizce de bir kişinin kaldırabileceğinden kat be kat fazla değil mi? Tamam oluşturulan koleksiyon bir ekibin işi. Ancak ortadaki sorumluluğu en fazla yüklenen o ekibin yönetiminden sorumlu olan kişi.
Modanın artık rutin olarak kabul edilen çılgın hızını o kadar kanıksadık ki, yaptığı tahribatı göremiyoruz bence. Nihayetinde bu iş bir yaratım işi. İlham gerektiriyor, rahat hissetmeyi gerektiriyor, özgürlük alanı gerektiriyor. Bu özgürlüğün merkezinde de bana göre markanın tasarımcısının kendini iyi hissetmesi yatıyor. Sonuçta tasarımcının, yaratmak için zamana ihtiyacı var. Sanatla, doğayla, insanla geniş zamanlarda iç içe olmaya ihtiyacı var. Düşünmeye, kurgulamaya, ilham almaya ihtiyacı var. İnsan her an mükemmel bir şey tasarlayamaz ki…
……………
İlk olmak, önden gitmek elbette önemli. Bu markaların aynı ocak ayında hem Milano’da kışı yaşayan, hem Dubai’de sıcaktan kavrulan, hem de Rio’da güneşe göz kırpan lüks tüketim müşterisine hitap ettiğini de anlıyorum. Ancak her şeyin bir dozu var. Her atılım, her hız manevrası bir anlam çerçevesi içinde güzel. Kışın ortasında, moda başkentlerinin bir tanesinde satın alacak ayakkabı bulamamaya dayanıyorsa sonuç bu sistemde bir sorun var. Sizce de öyle değil mi? Süratin cazibesi anlamın tükendiği yere kadar…”