At Kendini Pazara!
Meğer ne kadar uzun zaman olmuş gitmeyeli… Hazır havada mis gibi bahar kokusu varken, geçtiğimiz hafta pazar arabasını alıp Levent’te kurulan salı pazarının yolunu tuttuk. Günün en iyi fikriymiş! Daha pazara adım atar atmaz ilk gördüğü tezgahının önünde dakikalarca takılan ben, olayın sebze- meyve alışverişi ile sınırlı kalmayacağını o an anladım. Hatta olay alışverişle de sınırlı kalmadı. Çünkü bence pazar alışverişi başlı başına bir deneyim, bir sosyolojik vaka çalışması.
Körpecik çağla bademleri, mis kokulu bahçe çileklerini, her sene aynı heyecanla buluştuğum semizotunu şimdilik bir kenara bırakıyorum. Ana konum pazarın giyim, aksesuar ve züccaciye kısmı. Aynı gün içinde bir AVM’de de gezinmiş biri olarak net söyleyebilirim ki hayat pazarda güzel! AVM’nin dört duvarı ne kadar soğuk ve mesafeli ise, pazar bir o kadar sıcak ve samimi. AVM ne kadar gri ise pazar bir o kadar renkli. Mağazaların kasaları ne kadar boşsa, pazar tezgahlarının önü bir o kadar kalabalık. Bakan kadar alan da var. Evet söz konusu giyim ve aksesuar alışverişi olduğunda pazarın eleştirilecek çokça yanı var. Sahte ürün konusu, ihraç fazlası problemi, defolu mallar… Ama bence pazardan çıkarılacak satış/ pazarlama dersleri de epey fazla. Aşağıda sıralamaya çalıştım. Bakalım aynı fikirde misiniz?
- Mekanın kendisi tiyatro sahnesi gibi bir kere. Geçtiğimiz birkaç senedir markaların odak noktasında bulunan ‘mağaza içerisinde deneyim yaratma’ hissiyatı burada kendiliğinden var. Zahmetsizce. Natürel olarak. Ses, koku, tat, sürekli değişen kalabalık. Ne ararsan…
- Burada elinde köşeden aldığın simidinle alışveriş yapabilirsin. Çok mu canın çekti, bir zeytin tadım molası verebilirsin. “Mağazanın içerisinde yiyecek / içecek ile dolaşılmaması rica olunur” diyen uyarı yok. Gözlemeni de yersin, poşetinden çıkarttığın elmayı da. Serbest yani.
- Esnafla muhabbet desen gırla! Pazar ortamı Türk insanını geçmişteki alışveriş düzeceğine geri götürdüğü için bu kadar müstesna. Diğer bir deyişle pazar genlerimize hitap ediyor. Hani çayların ısmarlandığı, tek bir parça üzerine uzun uzun muhabbet edilebilen, geniş zamanların olduğu başka bir döneme. Ürünü almaya sebebin moda değil, kampanya hiç değil, esnafın anlattıkları olduğu bambaşka bir çağa.
- Pazar demek “ablacım memnun kalmazsan haftaya geri getir” rahatlığı demek. Koşulsuz müşteri memnuniyeti yani… Tezgahtaki satışın altın kurallarından biri kesinlikle bu.
- Pazarda satış elemanı her an peşinde değil. İstediğin gibi karıştır, dene. Özgürce deş, dağıt. Kimsenin umrumda değil. Alırsan senindir. Almazsan canın sağ olsun.
- Pazarda her şey açık, şeffaf. Ürün belli. Kalite belli. Beklenti belli. Ne bulursan o. Başkası için ayrılmış ayrıcalıklı mal yok. Tıpkı ayrıcalıklı kişi olmadığı gibi. Herkes eşit. Bir tek fiyat belli değil. E o da işin eğlenceli kısmı. Sizi bilmem ama ben mağazanın vitrinindeki “%60’e varan indirim” vaadine kanıp içeride elimi attığım her üründe %10’u gördükten sonra yerlere düşen moralimi toparlamaktansa, 50TL’lik pazar ürününü pazarlıkla 35TL’ye indirmeyi, aradaki 15TL’yi ise zafer sevinciyle cebimde tutmayı yeğlerim.
- Pazar Türk’ün eşsiz pratik zekası ile mizah anlayışını tüm zenginliğiyle gözler önüne seren bir ortam. Öyle ki, zihin açar! Örneğin tel süzgecin ucuna sopa bağlamak yöntemiyle tasarlanmış ‘bozuk para iletme ünitesi’’ni başka hangi alışveriş ortamında görebilirsin?
Demem o ki, bence markalar hem pazarlama hem de satış ekiplerini ara sıra pazara göndermeli. Sonuçta hepsi Türkiye’de iyi cirolar yapmayı hedeflemiyor mu? Öyleyse Türk insanının DNA’sına hitap eden pazar ortamını göz ardı etmemeli. Yazıyı okuyan sizlere gelince, hadi atın kendinizi pazara! Elinize de bir kese kağıdında erik alın. Ne kadar keyifli bir gün geçireceğinize şaşıracaksınız.