Eminim Hygge’a Bayılıyorsunuz. Sadece henüz bunun farkında olmayabilirsiniz.
Aslında bu yazıyı çok daha önce yazmak niyetindeydim. Aralık sonu veya Ocak başı gibi. Havada kar ihtimali varken. Şöminelerin yandığı, sokakta kestane satıldığı, battaniyenin altına girip film izlemenin en çok keyif verdiği mevsimde. Olsun. Nasıl olsa konu hygge olunca, bahar aylarında da malzeme bol.
Forbes’da yazan Juyoung Sen Kopenhag’daki hygge mekanlarını anlattığı makalesine başlarken şöyle diyor; “eğer hygge kelimesini ilk defa duyuyorsanız güncel yaşamdan kopuksunuz demektir”. Zira sıcak ve samimi ortamlar yaratma sanatı anlamına gelen ve Danimarka’da benimsenen bir yaşam felsefesini anlatan Hygge çoktan bir akıma dönüştü bile. Bu, huzuru hayatın odağında tutan bir yaşam biçimi. Aile ve arkadaşlar ile sıkı bağlar kurmayı savunan, onlarla (tercihen evde) şarap veya kahve/kek eşliğinde geçirilen zamanın kıymetinden dem vuran Hygge’ı mutlu hayat için bir reçete olarak düşünmek de mümkün.
Hygge felsefesi ile ilgili daha fazla bilgi isterseniz Dünya Mutluluk Enstitüsü CEO’su Meik Wiking tarafından kaleme alınan “The Little Book of Hygge”’ı okumanızı tavsiye ederim. Benim bu yazıda altını çizmek istediğim ise Hygge ile birlikte onu çağrıştıran her şeyin revaçta olduğu gerçeği.
Cafe’nin Hygge Hali
Ev ortamını andıran cafe’ler neden bu kadar tuttu derseniz? Ahşap ağırlıklı dekorasyon, yumuşak koltuklar, taze çiçeklerle süslenmiş masalar, rahatlatıcı bir fon müziği ve yeni çekilmiş kahve kokusuna dair her şey hygge’a uygun da ondan! Restoranlar için de aynı şey geçerli. Fabrikasyondan uzak, “sabah hale gittiğimde taze bulduysam aldım. Bugünkü menümüzde onlarla pişirilen yemekler var” diyen yerler çoktandır en çok rağbet görenler değil mi? Aklıma bir çırpıda Cup of Joy, Çeşme çarşıdaki Horasan Balık, Can Oba’nın Sirkeci’deki restoranı ve Nişantaşı Delicatessen geldi. Ve hatta hızla şubeleşen House Cafe, Kitchenette, Big Chefs gibi mekanların cazibesini kaybetmelerinin sebebi o samimiyetin (Hygge’ın olmazsa olmazı) yitirilmesi değil mi?
Peki Ya Konaklama
Bir süredir dünyayı saran butik otel ve ardından gelen agriculture oteller furyasında da aynı hissiyat geçerli. Beş yıldızlı kompleks dönemi bitti. Otelin bostanından salatalık koparıp yiyebiliyor musun, ona bak. Airbnb de durum aynı. Dikkat edin Airbnb’de en çok rağbet gören evler kararında eşya kullanarak sıcak ortamlar yaratabilenler. Zira Hygge’ın en kuvvetli hissedildiği alan ev ortamı. Dünyada mum satışlarının tırmanması, Coffee table book’ların kapış kapış alınması, seramik kahve fincanlarının hediye olarak sıklıkla tercih edilmesi hep Hygge’dan. Zara Home, H&M Home, Madame Coco gibi markalara oluşan talebi besleyen de bu akım. Nasıl olmasın? Battaniyeler, minderler, mumlar, sepetler, rengarenk tabaklar… İçerisi Hygge objeleriyle dolu! En son gördüğüm örnek Ikea’nın bu felsefeden ilham alarak hazırladığı koleksiyon oldu. Hjärtelig adı verilen koleksiyon evde fiziksel ve ruhsal iyileşmeye uygun bir ortam hazırlamayı hedefliyor. Marka koleksiyonunu tanıtırken “Hjärtelig sizi eve girince ‘pause’ butonuna basmaya davet ediyor. Çiçeklerinizle ilgilenmek, yoga yapmak veya natürel materyallerle tasarlanan objelerin arasında sessizce huzur bulmak… Kendinize dönmek için size ne iyi gelecekse” ifadelerini kullanıyor.
Yükselen Trend Ev Giysileri
Benzer şekilde moda markaları da ev giyimini başlı başına bir kategori olarak işlemeye başladı. “Evdesin, güvendesin” hissiyatını verirken aynı zamanda stil sahibi bir duruş da sergileyen parçalardan bahsediyorum. Yani, içeri girer girmez üzerinize geçirdiğiniz gri eşofman altına rakip ürünler… Madem evde çekilen selfie’ler arttı, kıyafetleri de ona uydurmak gerek. Geçen seneki The International Home + Homewear Show (IHHS) önümüzdeki senelerde markaların en çok yatırım yapmayı düşündükleri alanlardan biri olarak ev içi giyim kategorisinin altını çizdi. Zira yenilikleri en atak şekilde kavramaları ile tanıdığımız hızlı moda markalarında bu tip kıyafetlere ayrılan askılar son 1-2 senedir artıyor. Sırf bu gözlem bile kategoriye karşı olan talebi anlatmaya yeter. Mango, Uniqlo, TopShop gibi örnekleri geçtim. Ana odak noktası ‘ev içi’ giysileri olan Inditex grubuna ait Oysho markasında bile daha düne kadar iç çamaşırı ve pijamalar rafları dolduruyordu. Şimdi içeri girseniz bir o kadar da evde vakit geçirme giysisi var. Yargıcı ve Penti de Türkiye’den bu stratejiye iyi örnek olabilecek diğer iki marka.
Tamamen Psikolojik
Hygge’ın sırrı kişiyi aynı anda mutlu, sıcak, samimi ve huzurlu hissettirmesinde saklı. Olabildiğince fazla duyuya aynı anda dokunan bir yaşam felsefesi. Zaten hygge’ın bir akıma dönüşmesinin sebebi işin psikolojik yanı. Ana amaç iyi hissetmek. E durum böyle olunca tüm gün kaos içinde yaşayan şehir insanına cazip gelmesin de kime gelsin? Sayfiye yerlerinde zaten her köşe hygge!
Şu anda yüz binlerce turistin akın akın geldiği Alaçatı’nın başlangıç noktası da ‘hygge’ oluşu değil miydi? Taş evleri, Ege dokusu, lezzeti yerinde taptaze mutfağı ve kendine özgü samimiyeti değil miydi insanları çeken? Hatta şimdilerde Alaçatı’nın bozulmasından yakınan kitlenin bu sitem ile dile getirmek istediği ortamın kendi kimliğinden, samimiyetinden, ‘hygge’ özelliğinden uzaklaşması olamaz mı? Kışın Kars, yazın Akyaka’nın yıldızı aynı özelliklerden dolayı parlamıyor mu?
Fark ederek veya etmeyerek konuya dahilsiniz. Hepimiz dahiliz. Çünkü seyahatten ev ortamına, sosyalleşmek için seçilen aktiviteden cafe’ye bu trend her yeri ele geçirmiş durumda. Siz siz olun, eğer hala hayaliniz bir marka kurmak veya minik bir Ege kasabasında butik otel işletmek ise hygge konseptine ne kadar uyumlu olacağını iyi ölçün. Görünen o ki, iyiden iyiye dijitalleştirdiğimiz dünyada, en sade yöntemlerle mutluluk reçetesi veren bu trend daha yeni kızışıyor. Daha hygge’dan çoook bahsedeceğiz.