İnstagramik Dünya
Geçen gün bir iş yemeği için Big Chefs’e gittim. Ne yiyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Bir menü istedim. Sayfaları çevirirken menü değil de Instagram’da bir yemek hesabının feed’ini inceliyormuşum gibi hissettim kendimi. Hamur işleri çekimlerinin yanına özenle serpiştirilmiş un efekti, salataların yukarıdan düz çekim sunulmuş en renkli hali, tatlıların iştah kabartan görüntüleri… Sonra başladım etrafı bu gözle süzmeye. Vitrinler, evlerin salonları, mutfakta kahvaltı sofraları, cafe’lerin duvarları “instagramik”! Event’lerde her şeyin güzel fotoğraf alınabilecek biçimde kurgulanmasına, podyumlardaki kıyafet sergilemelerinin alınacak Instagram kareleri düşünülerek hazırlamasına alıştık. Ama artık satışla alakası olmayan dış dünya bile instagram kadrajından geçmiş gibi beliriveriyor karşımızda. Her yer her zaman böyleydi de biz mi instagram filtreli gözlerle baktığımız için yeni fark ediyoruz? Yoksa git gide dünyalarımızı “fotoğrafa uygun” hale getirmek için ekstra bir çaba mı sarf ediyoruz? Sizi bilmem ama ben cevap hakkımı ikinci şıktan yana kullanıyorum.
Bu seneki Marka Konferansı’nda konuşmacı olan moda fotoğrafçısı Perou bu çılgınlığı şöyle açıklamıştı; “Son 3-4 yılda tüm dünya tarihinde çekilen fotoğraf adedinden daha fazla fotoğraf çekildi”. Bunu duyduğumda çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Oysa şaşılacak ne var?! Kendimizden pay biçmemiz gerekmez mi? 5 sene önceye göre daha fazla fotoğraf çekiyor musunuz, çekmiyor musunuz? Hadi ama.. Bir tanecik bir selfie’niz, en keyifli anınızı betimlemek adına çektiğiniz bir kahve pozunuz bile mi yok?
Instagramcılar’a sesleniyorum. Gün içinde kaç defa feed’inizi kontrol ediyorsunuz? E bu aplikasyonu indiren her 100 kişiden 14’ü araba kullanırken dahi Instagram’a bakmadan edemiyorsa, hayatların Instagram süzgecinden geçmesi doğal değil mi? Kuaförde dergi yerine telefon ekranlarımızı incelemeyi tercih eder hale geldiysek Instagramik sofralar hazırlamamız natürel bir artçı sarsıntı sayılmaz mı?
Markalara gelince… Bugün dünyada aylık 400 milyon aktif kullanıcısı (Türkiye’de 16 milyon) olan Instagram elbette markaların odak noktası olacaktı… Hatta etrafında kendi “community”’sini yaratan bu aplikasyonun popülaritesinin sonucu kadar sebebi de markalar. Instagram’da fotoğraf paylaşma dürtüsü altında yatan nedenleri veya ‘başkalarının hayatına sızma arzusu’ ile kamçılanan bu pazarlama kanalının inceliklerini bugün anlatmayacağım. Benim esas ilgilendiğim moda ve lüks tüketim markalarının Instagrama yaklaşımı.
Markaların Son Sevgilisi Instagram
Bundan 5 sene önce lüks markalar liginde “Sosyal medyaya girmeli mi? Girmemeli miyiz?” diye hararetli tartışmalar yaşanırken, bugün böyle bir soru dahi kalmadı. Çünkü bugün sosyal medyada (özellikle de Instagram’da) yoksan, sanki hiç var olmamışsın gibi algılanıyor. İşte bu kadar net! Üstelik markaların bu platformları kullanmaktaki amacı sadece yeni jenerasyonu yakalamak veya satışa yöneltmek arzusu da değil. Buradaki esas amaç kendini dünyaya anlatmak… Çünkü Instagram bir fotoğraf paylaşma kanalı değil, bir hikaye anlatma biçimi… Siz markanızın hikayesini istediğiniz karelerden oluşacak şekilde müşteriye aktarıyorsunuz. Marka kimliğinizi, tarihçenizi, markanın kime hitap ettiğini, sattığınız ürünleri, ilham aldığınız noktaları… tek bir kanaldan milyonlara ulaştırabiliyorsunuz. Bundan daha etkili bir pazarlama metodu olabilir mi?
Bugün Instagram’da en başarılı bulunan hesaplar müşteri etkileşimini en yüksek seviyeye taşıyanlar. Yani ulaşılan like, yorum ve mention sayısından bahsediyorum. Binlerce takipçinin bir tık ile satın alınabildiği, her gün milyonlarca yeni fotoğrafa kucak açan bir mecra için bundan farklısı zaten gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Var olan ‘post kirliliği’ içinde ayrışıp etkili bir iletişim yaratabilmek de markanın hünerlerine bağlı.
Dönem Tek Resimle Hikaye Anlatma Dönemi
Geçen sene Instagram’ın reklama açılmasından sonra temmuzda yapılan ilk araştırma 2015’teki Instagram reklam gelirlerini $595 milyon olarak tahmin etti. İçimize bu denli işleyen, etrafımızdaki habitatı fotoğrafa uygun hale gelecek şekilde biçimleyen bu mecranın aldığı reklam 2016’da elbette katlanacak. Çünkü görsellik iyiyi de, kötüyü de, acıyı da, arzuyu da anlatmak için en basit ve en etkili araçlardan bir tanesi. Bir de tabi ki, herkes orada olduğu için herkes orada! Öyle değil mi?
Yıllar önce AIDS konusunda temkinli davranmak için müşterileri hastalığın bulaşıcılığına dair uyaran bir reklam kampanyası yapılmıştı. Kampanyadan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. İşte ben Instagram’ın çarpıcılığını tam da bu kareye benzetiyorum. Tek bir kare ile paragraflarca anlatıma bedel olabilme sanatı bence Instagram! Tabi yapmayı becerebilene…
Instagram dünyasında başarılı bulduğum, müşterisi ile etkileşimi tam da olması gerektiği biçimde arttırdığını düşündüğüm, bu kanal sayesinde kendine değer kattığına inandığım başlıca moda ve giyim markalarına gelince:
- Burberry
- Chanel
- Jimmy Choo
- Happy Socks
- Urban Outfitters
- Dior
- Mansur Gavriel
- Christian Louboutin
- Marysia
Daha Hızlı, Daha Sürprizsiz Bir Moda Dünyası
Aslına bakarsanız Instagram çılgınlığının zaten baş döndüren bir hızda ilerleyen moda endüstrisini daha da hızlandırdığı ve modanın ‘sürpriz efekti’’ni baltaladığı da gerçek. Defilelerdeki look’lar artık daha show’un ilk dakikasında dünyaya dağılıyor. Kimin nereden giyindiği alenen biliniyor. Dergilerin sürpriz kapaklarından daha konuyla ilgili moda çekimi dahi yapılmadan önce haberimiz oluyor. Bakınız Glamour Türkiye Nisan sayısı için mart ayında İstanbul’a gelen, ve geldiğini milyonlar duyan Chiara Ferragni… Merakımızla körüklenen Instagram, moda literatüründen “merakla beklemek”, “merak duymak” gibi kavramları silip götürüyor.
Demem o ki, Nokia’da yılan oynadığımız günlerden bu yana sadece teknoloji değil alışkanlık, beklenti ve saplantı anlamında da çok şey değişti… Instagram’ın ışığı elbet sonsuza dek parlamayacak. Ancak o gün geldiğinde bile fotoğraf ile kendini anlatma sanatı cazibesinden bi’ şeycik kaybetmeyecek. En azından ben böyle düşünüyorum. Sizce haksız mıyım?