Çayın Yanında Bi’ Isırık Moda
Modanın bir cazibe unsuru olduğuna şüphe yok. Bu dünyanın etrafındaki dinamik aura’dan, kitleleri kendine çekmekteki becerisinden olsa gerek moda kavramı artık kendi oyun alanının dışındaki birçok yerde de karşımızda beliriveriyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden bir tanesine ev sahipliği yapan yer ise Londra’daki Berkeley Hotel’i. Londra Knightsbridge’in öne çıkan otellerinden Berkeley’deki Beş Çayı tam bir moda ziyafeti. Şöyle ki; Berkeley misafirlerine çayın yanında ikram ettiği tatlıları sezonun ‘it’ parçalarından ilham alarak tasarlıyor. Yani siz çayın yanında kurabiyelere, eklerlere, bezelere işlenmiş koleksiyonları tadıyorsunuz. Hazırladıkları tatlılardan lezzet kadar, renk, tasarım ve yaratıcılık da fışkırıyor! 6 ayda bir değişen tatlı koleksiyonuna sahiplik yapan Beş Çayı gerçekten deneyimlemeye değer.
Örneğin şimdi Berkeley’e gitseniz göreceğiniz kurabiyelerden bir tanesi Dolce&Gabbana’nın geçen sene podyuma bebekleri de çıkardığı ünlü Via La Mamma koleksiyonundan çiçeklerle süslü bir ayakkabı. Hatırlarsanız Dolce&Gabbana’nın defileye getirdiği farklı yaklaşım da, Akdeniz ruhuna uygun süslü parçaları da epey konuşulmuştu. Şu anki çay saatine dahil olan diğer tasarımlar arasında, Fendi’nin militer görünümlü kırmızı paltosunu (çikolatalı bisküvi formatında), Simone Rocha’nın işlemeli beyaz tül elbisesini (beyaz vanilya dolgulu ekler formatında), Valentino’nun zımba detaylı, renkli, omuzdan asılabilen çantasını (rengarenk bir kek formatında) bulmak mümkün. Bu saydıklarım Berkeley’deki Pret-a-Porte, ya a onların deyimiyle Pret-a-PorTEA çayının katılımcı marka ve ürünlerinden sadece bir kaçı.
Tahmin edersiniz ki bu okazyona ilgi büyük. Londra’ya yolunuz düşer de Pret-a-Porte çay saatine katılmak isterseniz, mutlaka öncesinde randevu alın. Sunulan her şeyin nefis lezzetli olması bir yana, bayanları 3’lü 5’li gruplar halinde Berkeley Hotel’e çeken esas faktör elbet ki işin içinde modanın var olması. Doğrusu benim de ilgimi çeken işin tam bu noktası!
Her şeyden önce Berkeley Hotel’in modayı işin içine katarak müşterilerine sunduğu çay keyfi, onu rakiplerinden keskin bir biçimde ayrıştırmaya yarıyor. Bu ‘hizmet’ ile Berkeley, sadece Knightsbridge mahali düşünüldüğünde dahi etrafta konumlanan 100’lerce tea/coffee house arasından sıyrılabiliyor. Düşünsenize Londra’ya turist olarak gitmişsiniz, o gün kahveye ayıracak sadece 1.5 saatiniz var. Birçokları arasından (bu deneyimi yaşamak için) kahvenizi Berkeley’de içmeyi tercih etmez misiniz?
Müşteri açısından bakıldığında ise Berkeley yarattığı tatlılar ile bizlere neyin en moda olduğuna dair ipuçları veriyor. Yön gösteriyor… Sonuçta çay saatine layık bulunanlar o sezon tasarlanan binlerce parça arasından seçilmiş olanlar ürünler. Onları spot ışıklar altına koymak “Bakın bu sezonun en dikkat edilesi ürünleri bunlardır” demek. Üstelik Berkeley’nin kendine yüklediği bu moda otoritesi misyonu, otelin imajını da direk olarak etkiliyor. Otelin imajını daha ‘cool’ daha ‘tarz’ olacak biçimde tazeliyor.
Beş Çayı’na markalar açısından yaklaşmak da işin üçüncü bir boyutu. Çünkü Berkeley seçtiği ürünler aracılığıyla aslında o ürünle ilintili markanın reklamını yapıyor. Hem de göze sokmadan usul usul, eğlenceli bir yolla. İşte bu pazarlama metodu da günümüz pazarlama dünyasının dinamiklerine birebir uyum sağlıyor. “Branded Content” ismi ile öne çıkan pazarlama taktiğinde tam da burada olduğu gibi pazarlaması yapılan ürün bir hikayenin içinde müşteriyle buluşturuluyor. Olay ürünün değil o hikayenin etrafında dönüyor. Pazarlama bariz bir üslupla değil de hissettirmeden yapılıyor. Şimdi düşünün; Pret-a-Porte çayına katılan moda severler illa ki Dolce&Gabbana’nın ayakkabı kurabiyesinden bir ısırık alırken onunla ilgili bir iki kelime ediyor. Yapmadı mı? O zaman Fendi paltodan bahsediyor… İlla ki bahsediyor. “Defilesini gördünüz mü?” diyor, “Ben bu paltonun füme rengini aslında daha çok beğenmiştim” diyor, “Aslında böyle bir kokteyl elbisesine ihtiyacım var.” diyor…. Bu çay saati insanları moda hakkında isteyerek, severek, ilam alarak, bilerek konuşmaya yönlendiriyor.
Berkeley Hotel’in yarattığı bu deneyim odaklı konsept otele de, müşteriye de, markalara da kazandırıyor. Koleksiyonun altı ayda değişmesi ise sürpriz faktörünü daimi tutuyor. Ben bu örneğin replikalarının kısa süre içerisinde belireceğini düşünüyorum. (Hatırlarsanız yine Londra’da geçen moda haftalarının bir tanesinde The May Fair Hotel ile Anya Hindmarch bir araya gelerek otelin Beş Çayı için kısa süreliğine bir işbirliği yapmışlardı.) Hatta Türkiye’de bu kadar becerikli şef ve yeniliğe açık moda markası varken keşke birileri Türkiye’de bu konseptin reprodüksiyonunu yapsa… Nihayetinde ucu Türk tatları ve Türk modasının pazarlanmasına da dokunsa… Güzel olmaz mı?