Alışverişin Zamane Psikolojisi
Kadınların siyah pantolon ihtiyacı biter mi? Hiç sanmıyorum. Bu da aslında başlı başına bir konu ama bugün oraya girmeyeceğim. Baştan alalım… Geçen gün kışın giyebileceğim, hani şu paça kısmı bol, yüksek belli, bilekte biten pantolonlardan almak için sevdiğim mağazalardan birinin yolunu tuttum. İstediğim modeli bulmak için rafların arasında dolaşırken gözüme nefis bir gömlek takıldı! Aklımda hiç gömlek almak yoktu oysa ki… Bir yandan askıların arasında gömleğin XS bedeni var mı diye hızlı hızlı ellerimi gezdiriyorum, bir yandan “İnşallah yoktur da almak ‘zorunda’ kalmam” diye içimden geçiriyorum. Gömlek evdeki dolabımda duranlardan çok mu farklı? Hayır, değil. Beyaz, uzun kollu koton bir gömlek işte. Evet belki boyu bendekilerden biraz daha kısa, bele oturmuyor da biraz daha küt iniyor aşağıya. Yakası belki azcık daha yuvarlak. O kadar. Ben aklımda alıp almama muhakemeleri yaparken karşıma XS beden çıkmaz mı? Ah keşke benim size’ım tükenmiş olsaydı ama olmadı işte… Ve tahmin edersiniz ki ben mağazadan bir siyah pantolon, bir beyaz gömlek ve kasa yolundaki tezgahlardan kaptığım bir demet çorap ile çıktım.
Sonrasında alışveriş yapmanın hal-i ruhiyatını düşünmeye başladım… Anlık hislerine kapılıp aklındaki alışveriş listesini mağazaya girince genişleten tek müşteri ben değilim elbet. Hatta, benim gibi davrananlar çoğunlukta. Çok değil sadece iki jenerasyon önce, asıl olan ihtiyaca göre ince ince düşünülerek şekillenen bir gardırop iken bugün alışverişin büyük kısmı ani kararlar çerçevesinde yapılıyor. Forbes’un Amerikalı kadınlar üzerinde yaptığı araştırmaya göre, ortalama bir Amerikalı kadının dolabında kombinler halinde 30 farklı kıyafet (ayın her günü için bir tane) bulunuyor. 1930’larda ise bu rakam 9 idi. Elbette gelir seviyesi ortalamanın biraz üzerine çıkmaya başladığı zaman 30 sayısı katlanarak artıyor. Yine Huffington Post’un verdiği bilgiye göre bir Amerikalı senede ortalama 30kg kıyafetini elden çıkartıyor. Buradan hareketle, biraz giyip sıkılınca atmak üzere alıyoruz diyebilir miyiz? Bence mümkün…
Yapılan alışverişin bu şekle bürünmesinde elbet değişen yaşam ve sektör koşullarının büyük etkisi var. İki jenerasyon önce dediğimiz dönem, savaştan yeni çıkmış ekonomilerin, terziler tarafından dikilen kıyafetlerin, darlığın dönemi. Tutumlu olmanın insanların yaşam tarzına işlemiş olduğu yıllar. Şimdi ise durum tam tersi. Çeşidin, talebin, arzın, erişim kolaylığının, ürün bolluğunun olduğu her zamankinden çok olduğu bir dönemdeyiz. İstediğimizi bulamamak diye bir opsiyon yok artık. En kötü, parmaklarımızı kımıldatarak internetten sipariş veriyoruz. İlla ki alabiliyoruz. Fiyat bile çoğu zaman sorun değil. İndirim, kampanya kovalıyoruz. Hatta sırf indirime girmiş diye, sonradan beğeneceğimiz şüpheliyken dahi alıyoruz. Üstelik modanın hız döngüsü de eskiye göre çok farklı. Senede ilkbahar/yaz, sonbahar/kış olmak üzere iki koleksiyon görmüyor bu jenerasyon. Neredeyse her hafta mağazalara yeni ürün girişi var. Özellikle H&M ve Zara gibi her kesimin parasını çekebilen hızlı moda markaları sayesinde alışveriş hızı baş döndürür durumda. Yılda bir müşterinin Zara’ya yaptığı ortalama ziyaret sayısı 17 iken, bu rakam A ve A+’ ya hitap eden markalar için 4 ile sınırlı kalıyor. Bilmem hızlı modanın aşırı tüketime katkısını açıklayabildim mi? :)
Hatta bu hızlı tüketim markalarının lüks moda evleri için çizim yapan tasarımcıları kendilerine koleksiyon hazırlamak üzere davet ettiği dönemler daha da anormal satışlara sahne oluyor. Daha geçtiğimiz gün, uzun süredir yoğun reklamlarına şahit olduğumuz H&M X Balmain işbirliğinin yankıları gündemi belirledi. New York 5.cadde’deki H&M mağazası önünde Oliver Rousteing imzalı kapsül koleksiyona H&M fiyatları ile sahip olmayı bekleyen kalabalık, gece 3:30 itibariyle kuyruğa girdi. İstanbul Zorlu Center’daki H&M’de de kapıların açılmasıyla ağzının suyu akan kalabalık, açlıkla günlerce savaştıktan sonra bedava ekmek dağıtan bir kurum bulmuşcasına ürünlere saldırdı. Evet kelimenin tam anlamıyla bir saldırıydı bu. Yağmalanan raflardan geriye tozlar kalırken, ürünlerin tamamının kapılışlması 15dk dahi almadı. Elbet buradaki ittirici faktör, sadece sınırlı bir zaman için, sınırlı sayıda üretilen özel koleksiyondan bir parça kapabilme arzusu. Esas olan, Balmain tasarımına H&M fiyatı ödeyerek sahip olabilmek. Yoksa giymişiz, giymemişiz, stilimize uymuş, uymamış ne fark eder?! Değil mi? :) Amaç bende ondan bir tane var diyebilmek…
Özetle, bir yandan sosyal medya, sokak modası, kanaat liderlerinin giyim tarzı, reklamlar talebi şişirirken diğer taraftan markalarca sürekli pompalanan yeni parçalar 7’den 70’e toplumun alışveriş psikolojisini şekillendiriyor. Tüketimin kanalları sonuna kadar açılıyor. Bunu sadece tüketicilerin istekleri yönlendirmiyor. Moda endüstrisi de bu tüketim çılgınlığına çanak tutuyor. Üstelik olay sadece kıyafetten ibaret de değil. The Telegraph’ın aktardığına göre, İngiltere’de 10 yaşındaki ortalama bir çocuğun 238 oyuncağa sahip olduğunu söylemiş miydim? Ama aynı çocuk aralarından sadece 12 tanesiyle gerçekten oynuyor. Yetişen jenerasyonlar da bu tüketim çılgınlığı ve “impulse buy” (ani alım) psikolojisi ile büyüyor.
Tamam kendimizi tutamayarak almak çok insancıl bir hareket; kabul. Ya da bir seyahate çıkmışsın önüne bir mağaza çıkmış, sana o geziyi hatırlatacak otantik bir parça bulmuşsun. Veya orada çok hoşuna gidecek bir elbiseye rastlamışsın almışsın. Çok mu? Elbet değil… Ben alışveriş psikolojisin en sağlıklı şu şekilde gelişebileceğini düşünüyorum. Esas amaç giyimli, kullanışlı, uzun soluklu bir gardırop yaratmak olmalı. Yani uğrunda para biriktirerek, incelenip alınan, birbiriyle kombinasyonu güzel parçalardan bahsediyorum. Bunların yanına, sadece zevk için ani kararlarla alınan ürünler elbet eklenebilir. Bu düzenli bir diyeti takip edip arada canımız çektiği için bir çikolata kaçamağı yapmak gibi bir şey. :)
Pek de gerekli olmayan şeyleri alma konusundaki eğilimimizi ölçmek ve alışverişimiz hakkında bilinç kazanmak için aşağıda birkaç soru çıkarttım. Ben bunları kendi adıma yanıtladım. Bakalım siz kendiniz için nasıl cevaplar bulacaksınız?
- Bir ürünü sadece indirimde olmasından etkilenip alıyor muyum?
- Planlamadığım halde mağazanın içindeyken sırf hoşuma gitti diye alıyor muyum?
- Bir daha bulamazsam kaygısı ile en çok neyi alıyorum?
- Aldıklarım arasında en uzun süreli neyi kullanıyorum? Bu ürün hangi markaya ait?
- En çok hangi ruh halinde iken alışveriş yapıyorum?
Bence stil sahibi olmanın etkisi, gereksiz almamak konusunda da kendini belli ediyor. Oturmuş bir stile sahip olmak, kendini ve kendine yakışanı bilmek parayı çarçur edip gereksiz şeyler ile gardırobu doldurmayı engelliyor.
Konu lüks tüketim ürünlerine geldiğinde ise, oradaki alıverişi bir gruba ait olma ve kendini ‘başarmış’ hissetme isteği tetikliyor. Yani bir nevi kendini kendine ve başkalarına kanıtlamak… Bu uğurda harcanan para, maddi olduğu kadar manevi bir yatırım olarak da algılanıyor. İşte bu nedenlerle ekonomiler bozulsa, para el değiştirse, hatta savaşlar çıksa bile lüks tüketime olan ilgi hiçbir zaman azalmıyor.